Açık konuşmam lazım, bir de araya itiraf sıkıştırmak arzusundayım.
*
2010 yılından hemen sonra, bir kaç sezon ne yaptığımız, ne istediğimiz ve hatta bizi neyin mutlu etmesi gerektiğini bilmediğimiz yıllardı.
Ömrümüz boyunca hiç tatmadığımız, karışık duygular yaşamaktaydık.
Lig üçüncüsü olmak bile tatmin etmediği gibi, sonrasında saçma bir düzenlemeyle, Avrupa ligi grubunun lideri olmak da kesmemişti camiayı, çünkü şöhretimizle birlikte burnumuz da büyümüştü.
Neyse bu, başka bir yazının konusu olsun.
2011 yazında yolu Bursa’ya düştüğünde, 20 bile değildi yaşı…
Akranlarının, oynama ihtimalleri olmasa bile koşa koşa gittikleri kulüpten, o sırf oynamak uğruna yana yana ayrılmak istediği için gelmişti, lakin biz bunun farkında bile değildik.
O yıllarda İstanbul’dan gelenlerin burunları bizimkinden bile büyük, üstelik kasaları da kalkık olurdu.
Nitekim pek heyecan vermemişti gelişi.
Şimdi istatistiklere dalıp, keyfimizi bozmayalım.
İki senenin biri düzensiz oynamakla, diğeri oynayıp, iz bırakmamakla geçti.
Sonra 11 yıllık bir ayrılık.
*
Kader onu, 20 yaşında geldiği Bursaspor’la 32 yaşında yeniden buluşturdu.
Şimdi yaslanın arkanıza, itiraf geliyor…
Bu sezon başında üç beş hafta geçmişti ki, performansı bir hayli canımı şıkmış olmalı, “kulüple nasıl bir sözleşme imzalamış olabilir ki bu adam” dedim.
Şöyle yazmış olmalıydı kesin…
“Sakat olmadığı ve kendi istemediği müddetçe her maça ilk onbir başlar, ancak kendi razı olursa oyundan çıkabilir.”
Hiç bir kuvvet onu değiştiremez.
Hatta Pablo’nun bir açığını falan yakalamış olabilir diyerek olayı daha da ileri götürmeye niyetlenmiştim ki, içimden bir ses, “orada dur, tükürdüğünü yalamak zordur” deyince frene bastım.
Evet, büyük lokma yiyip, büyük laf etmemek gerek.
Yaş ve tecrübe ne olursa olsun, hayat sana bunu bir şekilde hatırlatıyor.
Hala kimden söz ettiğimi anlamamış olanınız var mı?
İpucu vereyim;
Elinde bir tek asası eksik.
*
Bütün bu olan biteni yazılarımda ya da yorumlarımda değil de kendi iç dünyamda yaşamış olmama karşın, Musa Çağıran’a bir özür borcumun olduğunu düşünüyorum.
O kadar faydalı, o denli sahiplenici bir rol ki üstlendiği, fiziksel ve mental açıdan müthiş bir iş başarıyor.
Bu hikayenin saha içindeki yazıcıları arasında ona çok ayrı bir yer ayırmak şart.
Ona teşekkür etmek istediğimde de kelimeler kifayetsiz kalıyor, özür cümlesi kurmak istediğimde de…
Ne iyi ettin de 12 yıl aradan sonra yeniden döndün be Musa.
Bir daha hiç gitmesen keşke.
*
Turpun büyüğünü merak ettiği bir süreçte herkesin, teşekkürün büyüğünü de değerli başkana ayırmıştım lakin, bu kalan yere sığmaz o…
Onu da salı yazısında paylaşır, bölüşür, dertleşiriz.
Hem de bayram tadında bir yazı olur.
Açık konuşmam lazım, bir de araya itiraf sıkıştırmak arzusundayım. * 2010 yılından hemen sonra, bir kaç sezon ne yaptığımız, ne istediğimiz ve hatta bizi neyin mutlu etmesi gerektiğini bilmediğimiz yıllardı. Ömrümüz boyunca hiç tatmadığımız, karışık duygular yaşamaktaydık. Lig üçüncüsü olmak bil
Gördüklerimiz, yaşadıklarımız, başımızdan geçenler ne ki, en hafif deyimiyle bundan sonra olacakların habercisi. Bir trenin en öndeki kompartımanında olduğunuzu ve yıllardır devam eden bir yolculuktaymış gibi hayal edin kendinizi. Başlarda manzara nasıl da harikaydı değil mi? Alnımızı dayadığımız
Hani derler ya; Takım tutar gibi parti tutma… Yani diyor, biraz objektif ol diyor, biraz faydacı bak meseleye diyor, nefesin kokarken diyor; slogan atıp duruyorsun, komik duruma düşüyorsun diyor… Kim diyor? Christian Dior demiyor, aklı olan diyor… Hele ben… Takımımı bile tutarken objektif iple
Şimdi söyleyeceklerimin açık adresi yok, ortaya konuşuyorum, muhatapları alır mı bilmem… * Maç sonunda gördünüz… Anıl evladınız olsa, böyle fahiş bir hatanın ardından olayın sıcaklığı ile en iyi ihtimal, kulağını bir çekerdiniz değil mi? Çekmediler… Aslında söyleyecek sözü olanlar, yani gecenin
Kuşadası deyip geçmeyin, küçümsemeyin… 3 Kasım’da oynadığımız ilk maçı hatırlıyorum da; Bize gelirken 8 maçta sıfır çekmiş bir takım olduğu halde, oyun disiplini ve motivasyon açısından hiç de fena değillerdi. Hani derler ya; minare yıkılmış olsa da mihrap yerindeydi… Oyun planına bu denli ‘sadı