Neye odaklanacağını, neyi izleyeceğini şaşırıyor insan…
Tribünler; baktığın anda bir girdap gibi çekiyor seni içine ve o anda zaman hiç geçmesin, o muhteşem görsel şölen hiç bitmesin istiyorsun.
İyi de…
Bu kez de aklın sahada kalıyor ve oyuncu grubu, sanki aylardır pas yapmaya aç kalmış ve hayatları boyunca sanki hiç pres yapmamışlar, uzun süredir top yüzü görmemişler gibi tadını çıkara çıkara, adeta kanırta kanırta futbola dair özledikleri/özlediğimiz ne varsa, vitrine yeteneklerini dizen bir esnaf gibi olunca bu kez bakışlarını sahadan ayırmak istemiyorsun.
Ve biz basın emekçileri de sanki sezon başından beri hiç köşe yazmamış, hiç yorum yapmamış gibi, mikrofonu ve kalemleri ellerinden zorla alınmış çocuklar gibi hissediyoruz kendimizi…
Oh be!
Dünya varmış diyoruz…
Sezon tabiki bitsin, çıkalım şu cenderenin içinden vakitlice, seneye bizi bekleyen daha büyük bir mücadeleye hakkınca hazırlanalım diyoruz da, en büyüleyici sahneleri, filmin en sonuna koymak da neymiş be arkadaş!
Senarist bu kadar güzel yazmışken hikayeyi, yönetmen sahneleri birbirine karıştırınca olacağı buydu.
Neyse, üç maç sonra Roll Caption akmaya başlayınca, kime ne kadar teşekkür edeceğimizi, bu eserde kimin emeği olduğunu hep birlikte konuşacak çok vaktimiz olacak.
*
Çok değil beş hafta önce…
Takımın nerdeyse yarısından fazlasını kapının önüne koyan, bireysel performanslar eşliğinde erken hüküm vermek suretiyle, ikinci ligde oynayabilecek oyuncu sayısının bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar olduğunu düşünen arkadaşlar, nedir durumunuz?
Keyifler nasıl?
Fikrinizde ve hükmünüzde bir esneme seziyor gibiyim.
Sahanın patronu değiştikten sonra sanki bir haller oldu bu çocuklara.
Hocanın elinde bir değnek göremediğimden soruyorum; nedir sizce bu işin sırrı?
Ne güzel demiş eskiler;
At sahibine göre kişner…
Daha evvel de söyledim, tecrübeyle sabit;
Oyuncudan isteyeceksin…
Neyi istediğini bilecek, onların ne verebileceğini doğru analiz edeceksin.
“Hadi çıkın oynayın, taktik/tuktik yok, burası üçüncü lig” dersen, sen yersin, ben yerim ama rakipler yemez.
Hele de kulübün başında işi bilen bir patron varsa hiç yemez.
*
Şimdi sorarım size;
Bu Muhammet ve Tahir, pazar günkü gibi oynayabilselerdi sezon başından beri, puan farkı bu mu olurdu?
En az 20 gol daha fazla atar mıydık?
Peki şu anda iyi bir golcüye ihtiyacımız var mı, yok mu?
Nasıl da karıştı değil mi kafalar…
İşte tam bu noktada ihtiyacımız olan şey, uzman görüşü.
Duygularıyla değil, aklıyla hareket edecek birileri yani.
Bir cerrah grubu…
Bizim elimize iğne batsa panik yaparız ya, kesip biçerken, doğrarken mimikleri gram değişmeyen insanlar verecek kararı, bize de saygı duymak düşer.
*
Allah’ın izniyle Artvin’de bir yıllık emeğin karşılığını alacağımız bir maç bizi bekliyor.
Tevafuk işte; son noktanın orada konacak olması, bu büyük seferberliğin görünen ve sütre gerisinde duran (bilerek ve isteyerek) iki başrol oyuncusuna sanki bir lütuf gibi, ödül gibi.
Kader işte;
Yaradan yazıyor, biz de oynuyoruz.