Bu kadar kirletmeseydik bir birinden güzel koyları ve balık türleriyle doğal bir akvaryum olan Marmara Denizi, bütün dünyanın ilgisini çekecek bir turizm merkezi olabilirdi.
Ancak nüfusumuzun yüzde 25’inin oturduğu bütün şehirleri kıyısına inşa ettik, yetmedi sanayi tesisleri kurduk yetmedi, arıtmadan hem evsel hem de sanayi atıklarını denize boşalttık.
Her şeyin bir sınırı olduğu gibi Marmara’nın da bir kapasitesi var. Üç yıl önce Marmara isyanını müsilajla gösterdi.
O günü unutmam mümkün değil, evin balkonundan eskiden suğnipek şimdilerde Uludağ Üniversitesi kampusu ve balıkçı barınağının bulunduğu bölgede krem rengi bir tabaka belirdi. Daha önce de bu tür salya oluşumlarını gördüğümüz için yine Karsak deresinden bir şeyler saldılar diye düşündüm.
Yarım saat sonra tekrar baktığım da tabaka hızla ilerledi. Akşama doğru Gemlik kıyılarının tamamını müsilaj sarmıştı. Sadece Gemlik değil tüm Marmara aynı kabusu yaşıyorduk. Kurtulmak için çok uğraştık. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Cumhuriyet tarihinin beklide en büyük seferberliğini başlattı ve yaz biterken kabus hiç olmazsa denizin üzerinde kalmamıştı.
Önlemler, eylem planları açıklandı ama demek uygulanmadı ki kabus yeniden başladı.
Üç yıl önceki kabusu yine sonbahar aylarında gören Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı, aynı uyarıları 3 Ekim’de Erdek’te yaptığı dalışla tüm kamuoyuna duyurdu.
Kâbus, 6 Kasım’da Marmara Adaları ile Tekirdağ kıyılarına, 13 Kasım’da İstanbul Adaları’na, 5 Aralık’ta ise İzmit Körfezi’ne ulaşarak tüm Marmara Denizi’ni kapladı.
Bu kez sadece Marmara’yı değil, Kuzey Ege’nin masmavi sularını bile gri bir örtüyle tehdit ediyor. Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın bu konuda yaptığı çalışmalar ve yayımladığı son bildiri, bizlere durumun ciddiyetini bir kez daha hatırlatıyor.
Prof. Sarı, 2024 sonbaharında başlayan müsilajın kısa sürede Marmara’nın tamamına ve hatta Çanakkale Boğazı üzerinden Kuzey Ege’ye kadar yayıldığını belirtiyor. Müsilaj, denizin yüzeyinde görünmese de 3 ila 25 metre derinliklerde örümcek ağı gibi yayılmış durumda. İlkbaharın gelişiyle birlikte ısınan sular bu belayı tekrar yüzeye çıkarabilir. Denizin dibine çöken müsilaj, pinalardan mercanlara kadar hassas ekosistemlere zarar verirken, balıkçıların ağlarını bile kullanamaz hale getiriyor. Yakında balıkçı motorları da arızalanmaya başlayacak.
Müsilajın temel nedeni deniz ekosistemine uygun olmayan kirlilik ve iklim şartlarının birleşimi. Azot ve fosfor yüklü atıklar, fitoplankton adı verilen mikroskobik canlıların stres koşullarında anormal şekilde çoğalmasına neden oluyor. Ancak sorun burada bitmiyor. Marmara Denizi, çevresinde yaşayan 25 milyon insanın, yoğun sanayileşmenin ve yüzlerce akarsuyun getirdiği kirleticilerin baskısı altında. Derin deşarj adı altında atıkların "uzaklaştırıldığı" düşünülse de bu strateji, Marmara’nın kendine has akıntı sistemi nedeniyle deniz tabanında bir toksik yük oluşturuyor.
Prof. Sarı’nın ifade ettiği gibi, 2021’de büyük umutlarla hazırlanan Marmara Denizi Eylem Planı’nda (MDEP) yer alan 22 eylemden birçoğu uygulamada yetersiz kaldı. 2021’de evsel atıkların sadece yüzde 51’i ileri biyolojik arıtmaya tabi tutulurken, üç yılın sonunda bu oran yalnızca yüzde 51,7’ye çıktı. Yani, planlar kâğıt üzerinde kalırken Marmara Denizi nefessiz bırakılmaya devam etti.
25 Aralık 2024’te toplanan Müsilaj Bilim ve Teknik Kurulu, durumu bir kez daha değerlendirdi ve alınması gereken önlemleri vurguladı. Ancak, Prof. Sarı’nın da altını çizdiği gibi, artık sorumluluk bilim insanlarından çıktı. Şimdi, merkezi ve yerel yönetimler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve bireyler olarak harekete geçme zamanı. Aksi takdirde, Marmara sadece çevresel bir sorun olmaktan çıkarak ekonomik ve toplumsal bir krizin de kaynağı haline gelecek.
MARMARA’YI KURTARMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Marmara Denizi’nin kurtuluşu, birlikte atılacak adımlarda saklı. İşte Prof. Sarı’nın önerdiği bazı kritik adımlar:
* Akarsulara dökülen zehirli atıkların denetimi sıkılaştırılmalı, kirletici sanayi faaliyetleri acilen kontrol altına alınmalı.
* Çalışmayan tesisler işler hale getirilmeli, ileri biyolojik arıtma oranı ciddi şekilde artırılmalı.
* Denize çamur dökülmesi kesinlikle yasaklanmalı ve bu tür uygulamalar denetlenmeli.
* Halkı bilinçlendirecek ve denize yardım etmeye teşvik edecek kampanyalar başlatılmalı.
*: Balıkçılık ve turizm gibi sektörler için sigorta mekanizmaları oluşturulmalı.
Marmara Denizi sadece bir su kütlesi değil; yaşamın, ekonominin ve kültürün kaynağı. Ancak bu denizi ihmal etmeye devam edersek, geleceğimize ihanet etmiş oluruz. Prof. Mustafa Sarı’nın çağrısı açık: Marmara’nın kirlilik yükü azaltılmazsa müsilaj sorunu kronikleşecek ve bu döngüyü kırmak neredeyse imkânsız hale gelecek.
Unutmayalım, Marmara Denizi hâlâ yardım çığlıkları atıyorsa, hâlâ umut var demektir. Ancak bu umudu gerçeğe dönüştürmek için artık vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz. Çünkü doğa, ona borçlu olduğumuz sevgi ve saygıyı hatırlamamızı bekliyor.
Söz bitti, artık eyleme geçme zamanı….
ENFLASYON GERÇEĞİ VE EMEKLİNİN BİTMEYEN ÇİLESİ
Milyonlarca emekli ve memurun gözü kulağı açıklanan enflasyon rakamlarıydı.
Ancak, açıklanan oranlarla mutfaktaki yangının boyutu arasındaki makas yine kapanmıyor. İki farklı enflasyon tablosu önümüzde duruyor:
Biri TÜİK'in resmi rakamları, diğeri ENAG'ın ortaya koyduğu hesaplama. TÜİK'e göre yıllık enflasyon yüzde 44,38 iken, ENAG bu oranı yüzde 83,40 olarak belirledi. Hangisi daha gerçekçi? Mutfağınıza baktığınızda bunu anlamak çok da zor değil.
Rakamlar resmi, hayat gerçek…
Açıklanan enflasyon oranlarının milyonlarca emekli açısından da ayrı bir önemi var.
Çünkü maaş zamları buna göre hesaplanıyor. Altı aylık enflasyon oranına göre, emekli maaşlarına yüzde 15,75 oranında zam yapılacak. Ancak burada kritik bir nokta var: Kök maaşı 12 bin 500 TL'nin altında olan emekliler, sadece sembolik bir artışla karşı karşıya kalacak.
Verilecek olan “en düşük emekli maaşı” uygulamasıyla 14-15 bin TL seviyelerinde maaş alacak emekliler, aslında gerçekte maaşlarında bir iyileşme göremeyecek.
Enflasyon rakamlarına bakınca, yıllardır ekonomik sorunlarla boğuşan emeklilerimizin yaşadıkları çile daha iyi anlaşılıyor. Kiraların, gıda fiyatlarının ve enerji maliyetlerinin arttığı bir ortamda, maaş artışları yetersiz kalıyor. Hükümetin “Ekonomi Koordinasyon Kurulu” kapsamında yeni bir çalışma yapacağı belirtilse de, somut bir iyileştirme olmadan bu sözlerin anlamı yok.
İstatistiklerin ve ekonomik raporların ötesinde, sokakta, pazar yerinde, mutfakta yaşanan gerçekler var. Bu gerçekler, TÜİK'in resmi rakamlarından çok daha gür bir sesle kendini gösteriyor.
Hükümetin önceliği, bu sesi duymak ve buna uygun çözümler üretmek olmalıdır. Yoksa bu çark, dar gelirli vatandaşı öğütmeye devam eder.