Ekonomide öyle anlar vardır ki, bir yaprağın kıpırdamasıyla fırtına beklenir. Bazen de yaprak bile kıpırdamadan esen rüzgarlar savrulmalara neden olur. Mart ayındaki iç ve dış gelişmelerin yarattığı etki Türkiye’nin ekonomik hafızasında şimdiden önemli bir dönüm noktası olarak yerini aldı.
19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu tutuklandı. 2 Nisan’da da ABD Başkanı Trump tarifeleri açıkladı. Dünya ticaretinde oyun yeniden kurulurken, iç politik olaylar da kırılgan Türkiye ekonomisine darbe vurdu.
Dünya ve Türkiye’deki son gelişmeleri Bursa Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Abdulkadir Kaya ile AS TV’de yayınlanan Gözlem Kulesi programında konuştuk.

Ekonomideki kırılganlık ve ani olayların Türkiye borsasında yarattığı etki konusunda akademik makaleleri de bulunan Prof. Dr. Kaya, önce “Finansal bulaşma etkisinden” bahsetti. Yani New York’ta bir Trump öksürür, İstanbul borsası grip olur. Üstüne bir de içeride yaşanan siyasi sarsıntılar eklenince, ortaya çıkacak durumu tahmin etmek zor değil.
Prof. Dr. Kaya, 19 Mart sonrası yaşananları analiz ederken “küçük bir kelebek etkisi, bizde fırtına yaratıyor” diyerek aslında temel meseleyi özetledi. Ekonomide güçlü alt yapınız yoksa, rezervleriniz sağlam değilse ve yatırımcı güvenini sağlayamamışsanız, en ufak bir şok bile sizi raydan çıkarabiliyor. Öyle ki o günkü dalgalanmanın bilançosu, 20 trilyonluk borsa kaybı ve 30 milyar dolara yakın rezerv erimesiyle tarihe geçti.
İşin en can alıcı noktası ise şu: Biz hâlâ “toplumu inandıramıyoruz.”
Evet, tam olarak böyle diyor Prof. Kaya. Enflasyon düşüyor mu? Döviz stabilize mi oldu? Borsa yükseliyor mu? Uygulanan ekonomik programla enflasyonda düşüş sağlanmasına rağmen hala toplumun büyük bölümü alınan kararların etkili olacağına inanmıyor. Çünkü ekonomide güven, sadece veriyle değil, duyguyla da inşa edilir. Kaya Hoca’nın ifadesiyle “çok iyi politikalar geliştirilse bile insanlar gerçekleşeceğine inanmıyor.” İşte kırılganlık dediğimiz şey biraz da burada başlıyor.
Merkez Bankası’nın 350 baz puanlık faiz artışı kararı da bu bağlamda değerlendirilmeli. Kaya, bu hamlenin “cesur ve rasyonel” olduğunu söylüyor. Hem içeride hem dışarıda “bu işi artık merkezden yönetiyoruz” mesajı verilmiş oldu. Ancak gerçek iyileşme için yapısal güven inşa etmek ve kamuda tasarrufun etkin olarak uygulanmasından geçiyor.
Buradan sonra ne olur?
Kaya’nın satır aralarından okuduğumuz kadarıyla, Haziran’a kadar Merkez beklemede kalacak, Temmuz'da belki bir indirim gelir. Ama dikkat! Reel sektör dar boğazda. Faiz yüksek, finansmana ulaşmak zor. Yani “bir yandan gaz, bir yandan fren” dönemindeyiz.
Son olarak Kaya’nın satır aralarında bir başka ders daha var: Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ekonomi sadece rakamlarla değil, algıyla, toplumsal ruh haliyle yürür.
Bu satırları yazarken Bursa’da bir kahvede, döviz ve altın fiyatlarını takip için ekrana bakan amca “gene ne oldu?” diye sordu. Kısa cevap vereyim:
İstanbul Boğazında fırtına esti, Trump öksürdü, ekonomi bu kez grip değil zatürre oldu. Ağır antibiyotik tedavisine başlandı.
YENİ KORUMACILIK DALGASI VE TÜRKİYE’NİN STRATEJİK KONUMLANMASI
Trump’ın göreve gelmesiyle birlikte küresel ekonomi yeni bir döneme kapı araladı. “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız” söyleminin altı, sadece siyasi bir stratejiyle değil, doğrudan ekonomik hamlelerle dolduruluyor. Ve görünen o ki, bu yeni dönem korumacılık dalgasının yeniden yükseldiği bir dönem olacak.
Prof. Dr. Kaya ile dünya ekonomisindeki Trump etkisini de konuştuk. Kaya, meselenin sadece ticaret savaşları olmadığını, derinleşen bir paradigma değişimiyle karşı karşıya olduğumuzu vurguluyor.

Trump’ın başkanlık koltuğuna oturur oturmaz gümrük tarifesi getirmesi, sadece ani bir karar değil; aslında bir süredir örülen stratejinin ilk somut adımlarıydı. ABD’nin temel argümanı net: “Bizi herkes soyuyor.” Bu sert çıkış, Trump yönetiminin hem içeriye hem dışarıya verdiği en net mesaj. Ancak bu söylemin arkasında sadece duygusal değil, aynı zamanda hesaplı bir ekonomik tercih de yatıyor.
Küresel ticaret sisteminin temelleri İkinci Dünya Savaşı sonrası atılmıştı. Bretton Woods Konferansı ile kurulan IMF ve Dünya Bankası'nın ardından GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşmaları) sistemiyle, ülkeler arası ticarette şeffaflık, eşitlik ve öngörülebilirlik amaçlandı. 1995’te GATT’ın yerini alan Dünya Ticaret Örgütü (WTO), bu ilkeleri daha da pekiştirdi. Ancak Trump’ın uygulamaları, bu sistemin temel prensiplerini zorluyor.
Prof. Dr. Kaya’nın ifadesiyle, WTO üyeleri bir ülkeye sağladığı kolaylığı diğerlerine de sağlamakla yükümlü. Ancak Trump yönetimi, bu temel prensibi hiçe sayarak ülkelere özel tarifelerle küresel ekonomide bir nevi “ayrımcılık ekonomisi” başlatmış durumda. Bu durum, sadece Çin’i değil, ABD’nin neredeyse tüm ticaret ortaklarını etkileyen bir gelişme.
Çin, bu ekonomik saldırıya sessiz kalmadı. “Ben de varım” diyerek tarifelere misliyle karşılık verdi. İki ülke arasındaki restleşme şu anda yüzde 200’lere varan karşılıklı tarifelere dayanmış durumda. Kaya’ya göre, bu sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir savaşın yansıması. ABD'nin iç sermaye baskısıyla bazı ürün gruplarını tarifelerden muaf tutması, aslında kararların ne denli siyasi baskılar altında alındığını da gözler önüne seriyor.
TÜRKİYE NASIL POZİSYON ALMALI?
İşte tam bu noktada “Türkiye nasıl pozisyon almalı?” sorusu öne çıkıyor. Kaya, Türkiye'nin yüzde 10’luk tarifelere takılmış olmasının olumsuz değil, aksine stratejik bir fırsat barındırdığını ifade ediyor. Ancak fırsatın gerçek avantaja dönüşmesi için ülkenin üretim kapasitesini artırması, uluslararası standartlara uygun mal arzını garanti altına alması ve ölçek ekonomisini yakalayacak yatırımlar yapması gerekiyor.

Amerikan pazarına girmek sadece düşük vergi avantajıyla mümkün değil; aynı zamanda ABD’nin belirlediği kota sistemleri, teknik mevzuatlar ve ürün standartları da dikkate alınmalı. Kaya’ya göre Türkiye hem Avrupa Birliği hem de alternatif pazarlara yönelerek riskleri dağıtmalı. Bu anlamda Türkiye’nin üretim deseni yeniden gözden geçirilmeli.
Ekonominin sadece rakamlarla değil, aynı zamanda stratejik akılla da yönetildiğini görmek zorundayız. ABD, Çin, Avrupa ve Rusya gibi aktörler bu oyunun içinde kendi taşlarını oynuyor. Türkiye ise, bu satranç tahtasında piyon olmamak için üretmeli, çeşitlenmeli ve küresel dengeleri iyi okumalı.