En son diyeceğimi en başta söyleyerek başlayayım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir dönem daha seçilmek ve Ak Parti'yi de Meclis'te birinci parti yapmak istiyorsa; bu kadar yorucu bir sürece hiç gerek yoktu. Bunu yapacak ve yaparken hukuka ve ekonomiye güveni de artıracak daha kuşatıcı ve meşakkatsiz yol/lar mevcuttu...
***
2019'da yapılan yerel seçimlerde İstanbul'u CHP'li Ekrem İmamoğlu'nun kazanması ve akabinde seçimlerin iptal edilmesi üzerine İmamoğlu'nun 13 bin olan oy farkını 800 bine çıkartarak tarihe geçmesi kadar önemli bir gelişme daha yaşanmıştı o süreçte.
Ak Parti Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan Yavuz, seçimin iptal gerekçesini, "Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler oldu" cümlesiyle açıkladı ki; bu gerçekten de garabet bir durumdu. Hoş, Ali İhsan Yavuz, daha sonra, "Benim böyle bir sözüm yok, CHP'lilerin uydurması" dese de artık o söz, Ak Parti'nin seçimi kaybedişinin sembolü olarak Ali İhsan Yavuz'la müsemma oldu.
***
Takvimler, Mart 2025'i gösterirken bu sefer kimse açıktan söylemese bile yaşananlara bakan hemen herkesin/kesimin aklından geçen ilk şey: "Hiçbir şey olmasa bile (yine) kesin bir şeyler oluyor!" oldu.
Ne var ki; bu söz, bu sefer gerçekten anlamını bulmuşa benziyor. Evet, hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler oluyor ve olan şey öyle sanıldığı gibi Ak Parti'nin, CHP'li cumhurbaşkanı adayını taca çıkarmak falan değil, aksine kırmızı kartlık hareketlere zorlayıp Ak Parti'yi oyundan atmak...
***
Şaşkınlıkla, "Nasıl yani" dediğinizi duyar gibiyim. Gelin filmi biraz geriye saralım, lakin özellikle Ak Partililer okumakla kalmasın, beraberinde bu Asabı bozuk yazı gündelikçisini can kulağıyla dinlemeyi de denesinler.
Türkiye, " 17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu" adı altında daha önce örneğine rastlanmayacak kadar alçak bir hadiseye şahitlik etti. Bu olayı bu kadar alçak kılan, adı geçen bakanların "yolsuzluk" yapıp yapmadıkları değildi. Bu olay üzerinden halkın seçtiği hükümete adice çekilen operasyondu aslolan. Halk, adı geçen bakanlar için kesin olarak "yolsuzluk" yapmadıkları kanaatinde değildi, ama amacın "yolsuzluk" olmadığını da biliyordu ve yapılmak istenene izin vermedi.
2011'deki milletvekili seçimleri arifesinde MHP'li birçok isme yapılan kaset komplosu gündeme damga vurmuştu. Daha sonra bir FETÖ kumpası olduğu anlaşılan olaylarla murat edilenin MHP'yi zayıflatmak ve hatta sahanın dışına itmek olduğu belliydi. Burada da kimse, adı geçen isimlerle ilgili ortalığa saçılan görüntülere, "Gerçek mi değil mi" diye bakmadı. Sonuç: MHP süreçten daha da güçlenerek çıktı.
Girizgahta da altını çizdiğim gibi, 2019'da yapılan yerel seçimlerde İstanbul'u CHP'li Ekrem İmamoğlu 13 bin oy farkla kazandı. "Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu" sözüyle sembolleşen ve akılla izahı olmayan bir iptal yaşandı. Seçim tekrarlandı, fakat bu sefer 800 bin oy farkıyla birlikte Ak Parti'nin kendi eliyle yarattığı dişli bir rakip ve mağdur edilen bir "Kahraman" çıktı sandıktan.
Binaenaleyh, Necati Özkan, süreci "Kahramanın Yolculuğu" adıyla kitaplaştırıp, Ak Parti'nin sandıktan çıkarttığı "Kahraman" apoletini İmamoğlu'nun göğsüne takmış oldu.
***
Filmi geriye sararak bu hatırlatmaları şunun için yaptım: Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptaliyle başlayıp, "Yolsuzluk ve terör" suçlamasıyla devam eden ve tutuklanmasıyla sonuçlanan sürece biraz da bu pencereden bakmakta fayda var.
Demem o ki; İmamoğlu'yla alakalı iddia edilen, gündeme taşınan, tartışılan bütün konular, siyasetin gölgesinde iğdiş edilince; toplum, işin hukuki boyutunu umursamıyor ve kararı inandırıcı bulmuyor.
Nitekim, ekranların gedikli yorumcularının sürece ilişkin iddiaları da bunu destekler nitelikte. Mesela, "İktidarın, muhalefeti saldırıya geçirip, bir süredir arası limoni olan kendi seçmenini yeniden yanına çekme çabası..." gibi bir okumayla karşılaştım. Ak Parti'de böyle düşünen birileri varsa fena halde yanıldıklarını peşinen söylemeliyim.
Şöyle ki; ekonomi iyi olsa, kimsenin aş, iş, ekmek derdi olmasa bu belki mümkün olabilirdi, fakat insanların enflasyon çarkında ezildiği bir dönemde, bu ters teper. Çünkü döviz kurlarının çılgınca hareketlenmesi ile iki yıldır uygulanan kemer sıkma programıyla elde edilen kazanımların bir gecede çöpe atılması daha da fakirleşen insanları fena halde kızdırıyor ve faturayı Ak Parti'ye kesiyor.
Dahası, Ak Parti'nin kendi eliyle yarattığı rakibe karşı Erdoğan'ın çekindiği algısı oluşur ki; bu, İmamoğlu'na olandan daha fazla güç atfedilmesine yarıyor. Açık söylüyorum, Ak Parti'nin siyaset stratejistleri, akıldaneleri bir sonraki hamleyi bile göremeyecek kadar şaşı bakıyorlar. Bazen, bu kadarını bilinçli mi yapıyorlar diye düşünmeden edemiyorum. Bilinçli ise "İhanet" , bilmiyorlarsa "cehalet" cenderesinde Ak Parti'yi ezip, eritip, perişan ediyorlar.
Gün sonu çıktısı şu: Muhalefet, saldırı hattında, beklenmedik motivasyonla hizalanırken iktidar cephesinde beklenen heyecan henüz oluşmadı. Bu saatten sonra da oluşmaz. Çünkü "Terör" gibi en üst perdeden topa girip, tutuklama, "Yolsuzluk" iddiasından çıkınca havada kalan iddialar ister istemez bir "Siyaset mühendisliği" algısına açık kapı bırakmış oldu.
***
Ekrem İmamoğlu'nun sürecinden bağımsız söylüyorum. Özellikle, "Faiz Sebeptir"in sebep olduğu yakıcı yanılgıdan sonra uluslararası iktisadi derecelendirme kuruluşları, Türkiye'de ağır hukuki sorunlar bulunduğu gerekçesiyle, "Yatarım yapılabilir ülke" olmadığı kanaatini paylaşan yaralayıcı raporlar yayımladılar.
Oysa ülkemizin konumu ve muazzam kaynakları her alanda liyakat temelinde "güven" ile taçlandırılmış olsa; parası olanın yatırım yapmak için kuyruğa gireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Demem o ki; çektiğimiz fakirliğin sebebi düpedüz kendi cahilliğimizdir.
SON SÖZ:
Bugün, bir anda ekonomik dengelerin sarsılmasına neden olacak oranda etki yapan Ekrem İmamoğlu olayını bu "güven" gözüyle görmemiz gerekiyor ki; diplomadaki tuhaflığa ve isnat edilen suçların doğru olma ihtimaline karşın süreç, en azından uygulama biçimiyle bile insanların içine sinmiyorsa, yapanların durup biraz düşünmesi gerekmiyor mu? Tamam, elbette ki; bir hukuk devletiyiz ve suç işleyen cezasını çekecek. Fakat halk, öngörülebilir bir hukuk düzeni olmadığını, adaletin herkes için eşit işlemediğini düşünürse, bu işten en fazla hukuk yorulur. Hukuk yorulunca ekonomiye inme iner... Bitirirken başa/başlığa dönüp önemli bir hatırlatma yapmak isterim. Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler yaparak hem Ak Parti'yi bu ölümcül öngörüsüzlükten kurtarmak hem de ülkeyi bu çıkmaz sokaktan çıkarmak lazım. Çünkü Türkiye'nin hala Ak Parti'ye ihtiyacı var.