Ülkemizde bir süredir, yerli ve milli kavramları üzerine yorumlar yapılıyor, bir şeyler söyleniyor. Kavram kargaşasının yoğun olduğu ülkemizde bu konu üzerine bir şeyler yazmak istedim.
Öncelikle yerli ve milli kavramlarından söz etmek istiyorum. Bir ürüne milli diyebilmemiz için "Tasarımını veya hiçbir parçasını siz yapmasanız dahi, ürünün uluslararası fikir hakları (ip) size aitse, o ürün millidir.", ve yine yerli için de "Uluslararası fikir haklarına sahip olmasanız dahi, ürünü yurtiçinde üretiyorsanız, o ürün yerlidir." denmekte.
Sonuçta yüzde yüz yerli ve milli diyebilmek için yukarıdaki şartların tamamını birlikte sağlamanız gerekmekte. Global dünyada yüzde yüz yerli ve milli denilebilecek uluslararası pazarda konumlanmış ürün sayılıdır.
Evet, herkesin ağzındaki yerli ve milli kavramı bizim kuşağımız için çocukluğumuzdan beri dile getirdiğimiz ilkokulda Yerli Malı Haftası'nda kutlamalarını yaptığımız bir kavram.
Sloganımız "Yerli malı Türk'ün, malı her Türk bunu kullanmalı"ydı. Bu slogan rahatsızlık veriyorsa "Yerli malı Türkiye'nin malı, her vatandaş bunu kullanmalı" diyebilirsiniz.
Daha sonraki yıllarda bu haftalarımız kaybolup, gitti. Bir yabancı hayranlığı, bir yabancı mal kullanma tutkusu aldı başını, yürüdü. Bizden adam olmaz mantığı ile ülkemiz bu hale geldi.
Burada gerçekten hem yerli, hem de milli ürünlerin kullanımı önemlidir. Ama burada model konumundaki insanlara büyük görev düşmektedir. Önce onlar örnek olmalıdır. Şu doğru modeli anımsayalım. Bugün bu ülkenin en büyük holdinginin kurucusu hayatı boyunca hep yerli üretim arabalara bindi.
Bu kamudan başlayıp, hükümete, muhalefete, özel sektöre, popüler isimlere kadar yayılması gereken bir şey.
Elinizde bir Amerikan telefonu, önünüzde bir Amerikan notebooku, ağzınızda bir Amerikan sigarası, ayağınızda bir Amerikan ayakkabısı ve altınızda bir Amerikan arabası ile Amerika'yı lanetlemek, onlara küfür etmek komik değil, trajikomik olmakta.
İnsanların söylemleri ile eylemleri bir olmadıkça, inanılırlıkları ortadan kalkar.
NEREDEN BAŞLANMALI?
Yerli ve milliye nereden başlamalıyız sorusunun benim için yanıtı tektir. Elbette her alanda bu konu ile ilgilenmeli ve projeler geliştirmeliyiz.
Ama başlanması gereken yer tektir. O da tarım ve hayvancılıktan geçmektedir. Bir ülke kendi karnını, kendi ürettikleri ile doyuramıyorsa, bu konuda dışarıya bağımlıysa, bir ülkede antepfıstığı pazarı sadece üç kişinin tekelindiyse sorun var demektir.
Anadolu dünyanın ilk tohumlarının yeşerdiği toprakların başında geliyor. Ve bu topraklarda bize atalarımızdan gelen bu binlerce yıllık mirasın yüzde 95'ini kaybetmiş durumdayız. Korumaya çalıştığımız sadece kalan yüzde 5. Gerek AB uyum yasaları gerekse, çıkarılan tohum yasaları karşısında doğal tohumlarımızı korumak, atalarımızın emanetine sahip çıkmaktır.
İlk yapılması gereken iş atadan gelen tohumları sahiplenmek, yeni yasalarla bunları güven altına alıp, tarımı ve hayvancılığı teşvik etmektir.