Kamutayın açıldığı 1920 yılından bu yana ocak boyu tecimen olan ilçemizin varsılının batkısına şaşırdık. Canlı yayında salkıyı okuyan bildirmen; tecimevinde biteviye bir düzencesizlik olduğu görülüyordu, uyaranlara ise yetkililer; size ne ! Türkiye’de Budunbuyrun var, tecim yaparken size mi soracağız diyorlardı. Bir bakın bakalım bu çocuklar esrik mi? yoksa sayrı mı? Sayrı ise ivedilikle sayrılarevine gidip sağaltım yapılmalı dedim. Bakanlık belirtkeli cankurtaran geldi götürdü. Yeniden yaşama döndüler ama sağınlar bu bir tansık dediler, Duyduk ki bu bulunçsuzlar batarken Agop’un içkiliğine sürdürümcü olmuşlar. Üstelik en iyi alıcı bunlarmış. Kimden ilenç aldılar bilmem ama bu kuşak için kalıt yedi ipi kırıklar diyenlerle düşündeşim (Bu bölümce den ne anladınız?)
(Bir de bunu okuyunuz bakalım bu paragrafta anlaşılmayan bir yer var mı?)
TBMM’nin açıldığı 1920 yılından bu yana aile boyu tüccar olan ilçemizin zengininin iflasına şaşırdık. Canlı yayında haberi okuyan muhabir; ticarethanede devamlı bir disiplinsizlik olduğu görülüyordu, uyaranlara ise yetkililer size ne ! Türkiye’de demokrasi var ticaret yaparken size mi soracağız diyorlardı. Bir bakın bakalım bu çocuklar sarhoş mu? Yoksa hasta mı? Hasta ise acele hastaneye gidip tedavi yapılmalı dedim. Bakanlık amblemli ambulans geldi götürdü. Yeniden hayata döndüler ama doktorlar bu bir mucize dediler, Duyduk ki bu vicdansızlar batarken Agop’un meyhanesine abone olmuşlar. Üstelik en iyi müşteri bunlarmış. Kimden beddua aldılar bilmem ama bu nesil için; mirasyedi serseriler diyenlerle hemfikirim
Fark ettiğiniz gibi aynı metne önce uydurukça kelimeler serpiştirdim, sonra da dilimize yer etmiş kelimelerle yer değiştirdim. Bir önceki yazımızda anlatmıştık. Meşhur Çankaya sofrasında uydurukça dili çıtır çıtır konuşan Kazım Dirik Paşa, konuşmuş; Gazi de yüzüne bakıp gülümsemiş ve “birbirimizi anlayamaz olduk” demiş ya.
Maalesef. “Dil devrimi” ile “Türkçenin” omuriliğini zedeleyip tekerlekli sandalyeye mahkûm ettik.
Yahya Kemal için, “O, Dil Devrimine kazanılmadıkça bu iş başarılı olamaz” denilmiş, Atatürk kendisini sıkıştırınca; “Paşam, beni kendi halime bırakınız” diyerek tavrını ortaya koyunca, Atatürk onun üzerinde durmaktan vazgeçmiş, “Uydurukça Dil” den dönüş yaparken de “Yahya Kemal haklı çıktı” demiştir.
A.H.Tanpınar günlüklerinde “İnkılapların taraftarıyım dil meselesindeki ifratlar hariç.” Notunu düşmüştür. (A.H.Tanpınar, “Seçmeler”, YKY, İstanbul, 1992, s. 310)
Celal Bayar: (Dil konusunda), İnönü, Cumhurbaşkanlığına geldiğinde “ne anarşi, ne cebir” demişti “İnönü’nün bu görüşleri, onun dil konusunda “orta yolcu” olacağına yorumlandı. Sonraki yıllarda ne olduysa, İnönü bu politikasından çark etti. (Peyami Safa, Osmanlıca Türkçe Uydurukça, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1976)
Yusuf Ziya Ortaç: “Atatürk’ün vazgeçtiği uydurukçaya geri dönüldü (Akbaba Dergisi, 24 Ocak 1963)
Prof. Dr. Fuat Köprülü: İnönü, dilde “Atatürk’ün yapamadığını ben yapacağım” yanlışlığına düştü. Bu, vatanı, milleti hiçe saymanın ve onun en aziz varlığı Türkçe’ ye kastetmenin tâ kendisidir.” ( Emin Bayraktaroğlu (Nihat Sami Banalı), Fuat Köprülü ve Türk Dili, Meydan Dergisi, 2 Ağustos 1966)
Üniversite hocalarından da kitaplarını uydurukça dille yazmaları istendi. “Uydurukça dille ilim yapılamaz, kelimeleri ve terimleri, yazacağımız kitapların kelime ve terimlerini karşılamıyorlar” diye itiraz eden Ordinaryüs profesörlerden Sıddık Sami Onar ve Ali Fuat Başgil, İnönü ve Bakan Yücel tarafından azarlandılar
Zorlamalar; şairlere, yazarlara yapıldığı gibi bilim adamlarına da yapılmıştır. Sonuçta sağlıksız diyet yapanlar gibi “Türkçeyi bir deri bir kemik” bıraktılar. Atatürk bu işten vazgeçmişti. İnönü, Nurullah Ataç’la dili budamaya devam etmiştir. Bu gün kendi dilimizi tam olarak bilmiyoruz üstelik melez cümlelerle konuşuyoruz.
Efenim TDK sözlüğünde şu kadar kelime sayısına ulaşıldı diyenlere; o kelimeler genetik yapısıyla oynanmış kelimelerdir. Nasıl ki gen yapısı değiştirilen buğdayı vücut tanımıyor, enzim hazırlamıyorsa; dil de bu tip kelimeleri çok defa kusmuştur.
Kendi dilini tam bilmeyen, başka bir dil de öğrenemez. (Bernard Shaw)
Dilde budama diye cümle kurduğuma şahitsiniz. Bu mevzuda bir mesela diyelim.
Hayati İnanç beyefendinin budamayı mizahi bir üslupla anlatışını nakledelim.
Stres: Uydurukça karşılığı gerilim olan bu kelime ile “Gam, hüzün, tasa, dert, mihnet, elem, ızdırap, yeis, keder, kahır, efkar, kasvet, inkisar, melal’’ gibi yıllardır kullanılan kelimeler atılıyor yerine stres / gerilim kelimesi ikame ediliyor.
Ne oluyor? Anası ölmüş stresli, borcunu ödeyemiyor stresli, tuttuğu takım yenilmiş stresli, partisi seçim kaybetmiş stresli, sevdiği terk etmiş stresli, gurbette sevdiklerini özlemiş stresli (Stres yerine gerilimli kelimesini koyarak okumayı da unutmayalım) Bu kadar farklı halet-i ruhiye (Ruh hali) sadece stresle anlatılırsa ben strese girerim.
Karşısındaki kişi ben dildeki yabancı kelimeleri atalım Türkçe konuşalım deyince; aşağıdaki cümleyi kurmuş ve basit bir cümledir diyerek hadi bunu çevir demiş. “Bakkaldan aldığım somun içine peynir koyup sandviç yaptım. Balkona oturup hanımın getirdiği çay ve su beraberinde afiyetle yedim.”
Bakkal Arapça, Somun: Rumca, Peynir: Farsça, Sandviç: İngilizce.
Balkon: Fransızca, Hanım: Moğolca, Çay: Çince, Su: Çince, Beraber: Farsça Afiyet: Arapça.
Demek ki dil zorlamaya gelmiyor, zorlarsan peynir ekmek yiyemez, çay ve su içemez açlıktan susuzluktan perişan olursun.