Hava Durumu

Demokrasi yolunda patinaj-1-

Yazının Giriş Tarihi: 08.11.2019 08:35
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.11.2019 08:35

Cumhuriyetimiz 96 yaşında. Cumhuriyet nedir konulu bir kamuoyu araştırması yapılsa; çıkacak sonucu tahmin edebiliyorum. Çünkü cumhuriyet'e yüklenen anlamlara bakıyorum da büyük çoğunluğu cumhuriyeti değil demokrasiyi tarif ediyor. Keza "Monarşi" de genellikle demokrasinin zıddı olarak algılanıyor.

Cumhuriyetin demokrasi, monarşinin de demokrasinin zıddı anlayışı, tarih boyu yaşananlara terstir. Okuryazar kesimdeki bu anlayış; toplumumuzda önemli bir kesimin derinliği olmayan kalıplaşmış (komprime) bir bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.

Örnek vermek gerekirse; Komşumuz İran, eski SSCB, Saddam dönemi Irak'ın yönetim biçimi cumhuriyettir.
Fakat bu devletlerin ne denli demokratik bir yapıya sahip olduklarını anlatmaya gerek yok sanırım. Hatta kötü bir örnek olarak Stalin SSCB'si, Nazi Almanya'sı gibi yirminci yüzyılda görülen en korkunç totaliter rejimler, cumhuriyetlerin içinden çıkmışlardır. Buna karşın Hollanda, Belçika, Norveç, Japonya, İsveç, Danimarka, Birleşik Krallık (İngiltere), Kanada gibi ülkeler birer cumhuriyet değil monarşidir. Buna rağmen bu ülkelerin çok uzun zamandan bu yana demokratik rejimleri yüksek standartta ve kesintiye uğramadan devam etmektedir.

Birbirinin zıddı olan iki kavram Cumhuriyet ile Monarşi'dir. Çünkü Monarşi'de irsi (yönetimin kalıt/miras yoluyla ) intikali vardır. Cumhuriyet'te ise böyle bir intikal biçimi yoktur.

Keza cumhuriyet ile demokrasi arasında matematiksel bir bağ kurulması teorik olarak da, ampirik/deneysel olarak ta yanlış olur. Bir devletin Cumhuriyet olması onun demokratik olmasını gerektirmiyor. Demokratik de olabilir, anti-demokratikte olabilir. Aynı şekilde monarşi ile yönetilen bir devlet, anti-demokratik olabileceği gibi demokratik de olabiliyor.

Bir diğer yanlış algılamada; Cumhuriyet ile laiklik, monarşi ile teokrasi arasında doğrudan bir paralellik kurulmasıdır. İran bir cumhuriyettir ama dine dayalı/teokratik bir devlettir. Diğer yandan Belçika ve Hollanda monarşileri ise birer laik devlettir.

Bizde demokratik uygulama cumhuriyetten daha eskidir.1876'da ilan edilen 1.meşrutiyet ve 1908'de ilan edilen 2.meşrutiyet denemeleri. Monarşiden Cumhuriyet rejimine geçişin köprüleridir. Çünkü bu denemelerin zihni altyapının oluşmasında rol aldığını/ufuk açtığını herkes kabul eder.

Bugün Türkiye'de herkes cumhuriyetçidir. Marjinal boyutta bile ciddiye alınabilecek çapta Cumhuriyet karşıtı bir kesimin olduğunu iddia edemeyiz.
Peki neden kuşku duyuluyor? Ya da sorun nedir? Sorun uzun yıllara dayanan demokrasi/demokratikleşme sorunudur.

Dışarıdan bir kavramı transfer edeceksiniz, içini boşaltacaksınız, sonrada kendinize göre doldurmaya kalkarsanız şikayet konusu sıkıntılar kaçınılmaz olur.
Biliyoruz ki cumhuriyet bir rejim, demokrasi ise rejimlerin niteliği/vasfıdır. Demek ki demokratikleşme ile sistemin niteliği, dolayısıyla standardı yükseliyor.
Biz deyim yerindeyse tam bir mehteran (iki ileri bir geri) demokrasi ile 21.yüzyıla girdik. Cumhuriyeti koruma(!) adına, demokrasiyi dipçikledik durduk.
Hukuk sistemimizi (sivil) siyasallaştı iddiaları ile eleştirirken, yargılama birliğini bozan, askeri yargı düzenlemelerini gündemimize alamadık. Üstelik disiplini sağlamanın, adaletten önce geldiği askeri mahkemeler yeri geldiğinde sivilleri de yargılıyordu. (Ülkemizde askeri yüksek idare mahkemesi/askeri Danıştay ve askeri Yargıtay ancak 2017 referandumu ile kaldırılabildi)

Olağan dönemlerimizde bile askeri bürokratik yapı devletin yüzde elli bir payı (çoğunluk payı) bendedir. Bu nedenle benim dediğim olur çizgisinden bir milim sapmıyordu. Kendi lehlerine çıkardıkları yasalarla, yaptıkları kanuna uygundu ama hukukla ve demokrasiyle bağdaşmıyordu. Zaten "durumdan vazife çıkardık" gerekçesi "ben yaptım oldu" demenin kılıfıydı. Kısaca sistem içerisinde demokratik ülkelere kıyasla, yasama ve yürütme dar bir alana hapsedilmişti.

Seçilmişlerin kulağını çekebilen atanmışlar da her zaman var olmuştur.
Bu yapının gözünde başbakanlar bir nevi şirket CEO'su gibiydi.
NATO'da müttefiklerimizi (!) kızdırmadan İşini iyi yaptığı süre, görevde kalabilirdi. Amma çizilen dairenin dışına çıktığı veya çıkabilir ihtimaline karşı; 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi ve 28 Şubat 1997 post modern darbesi ile CEO'ların iş akitleri feshediliyordu.

Seçilmişler neleri yapabilir neleri yapamazdı derseniz; (asgari ücreti ayarla, yol yap, köprü, baraj yap vb. vatandaşın günlük işlerini gör) görev alanı idi.
Dış politika, güvenlik, özgürlükler, demokratikleşme gibi konular bizim alanımız diyen bir askeri vesayet vardı.

Biz ne dersek ne kadar dersek o olacak o kadar olacak inancı hakimdi ve uygulanıyordu. Bir örnek vermek gerekirse Mesut Yılmaz'ın "Ulusal güvenlik konusu sadece askerlerin değil sivil politikacıların da işidir" sözüne karşılık. dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu bu açıklamaya sert tepki göstermiş ve "Siz ekonomiye bakın, bu işler bizim işimiz" demişti. Kıvrıkoğlu'na göre ulusal güvenlik sadece askerlerin işidir, siviller ilgilenemezdi.
Haftaya devam edelim.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.